Y. Mimar Hilmi Şenalp'le Tokyo Türk Camii ve Kültür Merkezi üzerine bir röportaj:
Japonya’da yapılan Tokyo-Türk Camii ve Kültür Merkezi’nin mimarısınız. Bu caminin yapımı ile ilgili kısa bir bilgi verir misiniz?
Caminin inşaatına 30 Haziran 1998’de başlandı ve 2 yılda tamamlanarak 30 Haziran 2000 tarihinde açılışı yapıldı. Cami ve Kültür Merkezi’nin kaba inşaatı, Japonya’nın beş büyük firmasından biri olan Kajima Corporation tarafından, ince yapı işleri ise, Türk usta ve sanatkarları marifetiyle yapılmıştır. Taş, ahşap, mermer, kurşun, alçı, kapı, pencere,alem vs. gibi bütün mâmul ve yarı mâmul malzemeyi, Türkiye’de imal edip ölçülendirdik ve yekûnu yaklaşık 3000 tonu bulan bu malzemeleri gemilerle Tokyo’ya gönderdik. Japon tarafında proje koordinasyonu Sumio Ito ve Akira WAKABAYASHİ, kaba inşaat şantiye şefliği Tsuruki FURUKAWA tarafından, Türk tarafında ise koordinasyon Sami GÖREN, Şantiye Şefliği ise Mustafa İSKENDER tarafından yapılmıştır. Türkiye’den 9550 km. uzakta, çok zor şartlarda gerçekleştirilmiş, projesi bütünüyle ancak 1200 paftada tamamlanabilmiş bir eserdir.
Proje yapılırken caminin özelliklerini belirlemede hangi kriterlere dikkat ettiniz? Teknik bilgilerin yanında biraz da duygu planında açıklamalarda bulunabilir misiniz?
Japonya köklü geçmişi, hâla yaşatılan geleneksel sanatları ve yüksek teknolojisi ile gelenek – modernite dualitesine iyi bir örnektir. Bu projeyi yaparken orada, şahsiyetiyle farkedilecek bir yapı olmasına dikkat ettik. Farklı bir medeniyete, yine farklı bir kültür ürünü götürüyorduk. Japonya ile aynı serencâmı farklı yaşayan, köklü bir medeniyete sahip bir milletiz.
Gelenek ve modernlik arasındaki estetik müştereklikle, iltisak ve temas noktaları aranırken, medeniyetler çatışması değil, insan olmanın haysiyet ve şerefinin icabı olarak, medeniyetlerin birbirinden ne alıp verebileceği öne çıkmalıdır. Bugün bu dualite billurlaşmadan, sanatın herhangi bir kolunda yapılacak her teşebbüs unutulmaya mahkumdur. Biz de sahip olduğunuz değerleri unutulmayacak şekilde takdim etmeye çalıştık. Tokyo Türk Camii ve Kültür Merkezi; İslam Medeniyetinde, dini mimarinin zirvesini teşkil eden, Osmanlı Türk mimari üslubunda, gelenekten geleceğe uzanan ve gelenekle teknolojiyi bütünleştiren, bugünün inşaat teknolojisi ile Osmanlı üslubunu meczeden bir yapıdır. Bu suretle kültürümüzün gelenek zincirine orijinal bir yeni halka ilave etmeye çalıştık.
Her noktası ve detayı çözülmeye çalışılmış, uslup bütünlüğü açısından, hiçbir imalat; tasarımının yanında, imalat sırasında da doğrudan usta ve sanâtkarın görüşüne bırakılmamıştır. Mimarlık tarihimizdeki 250 senelik kültürel kırılmadan sonra, özellikle 50 senedir, bir yapının temelden bacaya, halısından kapı koluna kadar bütünlük arzetmesi geleneğinden koptuk. Unutulan bu uslup ve zevk bütünlüğünü bu binada yeniden yakalamaya çalıştık.
Bu caminin Türk mimarlık tarihindeki yeri nedir? Sanatsal özelliklerinden bahsedermisiniz?
Çin Filozofu Tao-Te’nin tarifiyle " Mimariden maksat binanın cidârı içindeki boşluktur ", yani mekândır. Fenâ ve bekâ, varlık ve yoklukla alâkalı ontolojik temelinin ötesinde mekan; insana yaptığı tesir ve ihsaslarla, göz zevkiyle beraber ruhi dengeyi temin eder. Bizim mimarlık ve sanat tarihimizde tercüme kokan, kendi kültürüne yabancılaşmış hemen bütün yorumlar, mimarinin bir telif ve terkib sanatı olduğu gerçeğinden değil de, oryantalistlerin bakış açısıyla yapıldığından taklid ve tekrarın ne olduğu da maalesef doğru olarak irdelenmemiştir. Meselâ Şehzâde Camii, Sultan Ahmet Camii, Yeni Cami ve yanlışlarıyla Kocatepe Camii’de dahil hepsi kare planlı ve merkezi dört yarım kubbelidir, yani aynı plan şemasına sahiptirler. Ama iç ve dış mekan tesiri olarak bambaşka binalardır. Her insanın bütün uzuvları aynıdır, ama hiç bir insan birbirine benzemez. Benzese dahi şahsiyetleri ve ruhları farklı farklıdır.
Düz mantık garâbetine düşmemek için yaptığımız bu mecbûri tasrihattan sonra Tokyo Camii’nin Türk Mimarisi’ndeki yerini şöyle ifade edelim: Tokyo Camii mekânda vahdeti ifade eden, klasik mimarimizde tam olarak işlenmemiş, altıgen şemalı, merkezi kubbe etrafında altı yarım kubbelidir. Mimar Sinan merkezi plan fikrini olgunlaştırırken, Süleymaniye’den önce Beşiktaş Sinan Paşa, Süleymaniye ve Selimiye Camileri arasında ise Kadırga Sokullu, Kazasker İvaz Efendi, Babaeski Semiz Ali Paşa, Fındıklı Molla Çelebi, Topkapı Kara Ahmet Paşa gibi, Edirne Selimiye’den sonra ise Üsküdar Atik Valide gibi, altıgen plan tipini, 4-5 yarım kubbeli olarak farklı ölçülerde ve farklı mekân anlayışlarında tatbik etmiştir. Bu arada sekizgen şemada da birçok deneme yapmıştır. Kendisinin vefatından sonra talebeleri tarafından Cerrahpaşa ve Hekimoğlu Ali Paşa Camilerinde de bu plan tarzı olgunlaştırılmaya çalışılmıştır.
Şüphesiz merkezi plan fikri ve iç mekân tesiri itibariyle, aynı daire içine çizilen altıgen ve sekizgen de, çokgenlerin köşeleri arasında ki mesâfe, altıgen de, sekizgene göre daha geniş açıklık verir. Merkezi plan aslında altıgende, sekizgenden daha kuvvetli hissedilir. Nitekim gerek Süleymaniye ve Selimiye arasında ve gerekse vefatından sonra altıgen planın, ısrarla işlenmeye devam edilmesi, Sinan’ın ve talebelerinin bu hususiyeti kuvvetle hissettiklerini gösterir. Ancak; altıgenin geometrik karakteriyle kendi hususiyetinden doğan, kare plandan altı ayaklı örtüye geçiş, birçok inşai zorluk ve tezyini zorlamaları da beraberinde getiriyordu. Biz teknolojiden istifade ile bu zorlukları aşmaya çalıştık. Kanâatim odur ki; Mimar Sinan’ın Selimiye’den sonra o çapta abidevi bir eser daha yapmaya ömrü vefa etseydi, kesinlikle olgunlaştırmak için ısrarla üzerinde durduğu bu plan tipini tatbik ederdi. Tokyo Camii’ni tasarlarken, işte böyle bir zincirin halkası olmasına gayret ettik.
Hz. Peygamber’in inşa ettiği Mescid-i Nebevi’den itibaren, İslam Cami Mimarisi’nde devam eden gelenek zinciri içinde, Osmanlı Türk mimarisi üslubunda, gelenekten kopmadan teknolojiyi de kullanarak, merkezi plan fikrinin devamı olarak, tasarımda ve detaylarda geleneksel mimari unsurların dizayn kriterlerine bağlı kalınarak, taklide düşülmeden orijinal bir telif eser ortaya koymaya çalıştık. Projede nisbet, ahenk ve tenasübü temin için, tasarım ve ölçülendirmede metrik sistemi değil, eski mimari ölçü birimi olan "arşını" kullandık. Ayrıca betonerme üst yapıyı, bütün kubbeler dâhil, kalıpsız olarak döktük ve betonarme kabuk yapı anlayışına, imalât tekniği açısından Japonya’da literatüre giren bir yorum getirdik.
Cami içi ve dışındaki süsleme unsurları ile hat sanatı örnekleri hakkında açıklama yapar mısınız?
Camide Türk-İslam Medeniyeti sanatlarının hemen her şubesinden, küçük de olsa, her biri müstakil sanat eseri hüviyetinde, şahsiyetli örnekler vermeye çalıştık. Nakkaş Semih İrteş’le müşterek bir tertible, tamamı telif olan ölçülü bir tezyinat anlayışını tercih ettik. Mimariyi öne çıkaran günümüzde nonfigüratif, yani figürsüz "abstre resim" sayılan hat sanatına ağırlık vererek, madde-mana mimarisini birleştirme gayreti içinde olduk. Yazıların hattatı, Hattat Hüseyin Kutlu’nun üstâdâne vukûfiyetiyle yazdığı ibarelerde, İslam’ın tevhid akidesini, imânı konu alan ayet ve hadisleri tercih ettik.
İlk defa olarak hattı, üç boyutlu bir karakter kazandırarak avize de abstre heykel anlayışında kullandık. Tokyo Camii ana kubbe avizesi Yasin Suresi’nin sonundaki "Kûn feyekûn" "Ol der oluverir" ibaresidir. "Hu" yani "O" zamiri ile beraber müsenna tarzda altı defa tekrarlanarak mekân etkisi verilmiştir. "Hu" ebced hesabında "onbir"e tekabül eder. Müsenna "Hu" "yirmi iki" eder ki; "Habib" yani "sevgili" ismine karşılık gelir. Bu suretle; avizede Cenab-ı Hakk’ın kendi nurundan Efendimizi, onun nurundan da kâinatı halkettiğini ifade eden "Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım" Hadis-i Kudsî’sine işaret olunmuştur. Mesela pencere üstlerinde iman hakikatlerini konu alan" iman nedir, ihlas nedir, ihsan nedir?"in cevabını veren meşhur Cibril hadisini yazdık. Kuşak yazısında, çini üzerinde 99 Esma-i Hüsnâ’yı işledik. Ana kubbe yazısı ise tevhid akidesini en beliğ surette ifade eden İhlas Sûresi’dir. Vaaz kürsüsünde "Vaiz, nasihat eden olarak ölüm kâfidir" hadisini hâkederek, kürsünün vaizsiz de vaaz vermesini arzu ettik. Ayrıca; "Beşikten mezara kadar ilim talep ediniz", "İki günü birbirine müsâvi olan hüsrandadır" gibi hadislerle Japonların çalışma anlayışlarıyla paralellik kurmaya çalıştık. Yine ilk defa dış mekânda hat sanatını kufeki taşına oyma suretiyle bu camide kullandık. Tabi hepsi bu kadar değil, epeyce zengin bir manevi sofra kurma gayreti içinde olduk.
Siz Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Türkmenistan’da inşa ettirdiği Aşkabat Ertuğrul Gazi Camii ve Kültür Merkezi’nin de mimarısınız, şimdi de Kazakistan’da Ahmet Yesevi Türbesi yanında cami inşa edeceksiniz. Bu üç caminin özelliklerini belirlerken hangi düşünceler sizin çalışmalarınıza yön verdi?
Türk Kültürü, ortalama değil, hissi olarak söylemiyorum, objektif olarak da hakikaten bahâsı pâyansız, yüksek kültür vasfına sahip orijinal bir kültürdür. Kültürde derinliğin, mimaride incelik ve zerafetin, edebiyat ve musıkîde zengin ifade ve mana derinliğinin, hat ve tezyinatta sabır ve asaletin, hülâsa sanatın her şubesinde sadelik içinde ihtişamın numunelerini veren bir milletiz. Klasik resmi öğrenip hazmetmeden modern resim sanatında bir varlık gösterilemeyeceği gibi, önce kendi kültür ve sanatımızı kavrayıp, kültürel kotları doğru okuyamadan yorum ve uslûplaştırmalara (stilizasyona) gitmek de mümkün değildir. Varisi olduğumuz kültür mirasını, yozlaşmaya düşmeden, gelenek zinciri içinde taklide yeltenmeden, yeni yorumlarla günümüz şartlarında yeniden, ama doğru olarak üretmeliyiz.
Aşkabat ve Tokyo Camilerini orijinal yorumlarla klasik tarzda yaptık. Berlin Şehitlik Camii’ni de bu tarzda yapıyoruz. Aşkabat’ta kültür merkezinde Selçuklu ve Osmanlı klasik anlayışı usluplaştırılmıştır. Plan merkezine havuz olarak aksettirilen ve eksende 90 derece döndürülmüş Selçuklu karesi, dört defa girift olarak plan tertibinde kullanılıp üçüncü boyuta kaldırılmıştır. Böylece "Gelenek-modernizm" dualitesine "Saf Türk-İslam Mimarisi" (Purist Turco – İslamic Architecture) çizgisi getirilerek, geleneğin günümüzde sadeleşmiş mimari anlayışla, nasıl doğru yorumlanabileceği hususunda bir deneme yapılmıştır. Bu suretle, cami mimarisinde Klasik Osmanlı Mimari Uslûbu kullanılırken, kültür merkezinde uslûplaşmış(stilize) bir tarz tercih edilerek, yeni bir yorum getirilmiştir. Ahmet Yesevi Camii’ni ise değişik bir yorumla sadeleşmiş mimari anlayışta, uslûplaşmış tarzda projelendirdik. Tabii tasarımda, malzeme seçiminde, iklim şartlarını da nazarı itibare alıyoruz. Ayrıca Tokyo’da kültür merkezi kısmında, bütün unsurlarıyla, bir "baş oda" ifadelendirilerek, dini mimarinin yanında, küçük de olsa geleneksel Türk sivil Mimarisi’nden de örnek vermiş olduk.
Türkistan toprakları, bizim kültürümüzün menba ve kaynaklarının bulunduğu, medeniyetimizin insan tipinin mayalandığı yerdir. Orta Asya’dan çıkıp, Anadolu merkezli tecrübemizle, Selçuklu ve Osmanlı Medeniyetleri’nin, asırlardan süzülüp gelen kültür birikimleri ile olgunlaşmış mimari anlayışını, tekrar geldiğimiz topraklarda vücuda getirmek, insanda çok farklı tedailer yapıyor. Ahmet Yesevi Camii için de aynı hisler mevzubahstir.
Tokyo’daki bu caminin sonuçları ile ilgili bir değerlendirme yapar mısınız? Yapım esnasında önemli gördüğümüz anekdotları aktarırmısınız?
Tokyo Türk Camii ile, Japonya ilk defa farklı bir kültürle temas etmiştir. Kaba inşaatı birlikte yaptığımız Kajima Corparation Berlin Postdamer Platz’daki Sony Center binasını yapan, senelik cirosu 30 Milyar Dolar’ın üzerinde olan, dünya devi bir inşaat şirketidir. WEB sayfasında dünyada yaptığı önemli inşaatların yanında Tokyo Camii’ni de gururla zikrediyor. Caminin açılışında Japon NHK televizyonu 1,5 saat canlı yayın yaptı. Yine aynı kanalda Türkiye ve İslamiyetle ilgili 7 hafta süren programlar yapıldı. Japon basını ve mimarlık dergileri büyük alaka gösterdiler. Ayrıca 2002 yılında Japon Mimarlık Enstitüsü tarafından bir jüri marifetiyle seçimi yapılan, Japon mimarisine yön veren, renk katan binalardan oluşan, içlerinde Sapporo Media Park, Nagoya’daki Jr. Central Towers gibi binaların bulunduğu 40 elit eserin içine seçilmiş, National firmasından aydınlatma ödülü almıştır.
Caminin Müslümanlardan ziyade ciddi sayıda Japon ziyaretçisi var. Bu sayı günlük 50 ile 350 arasında değişiyor. Japonlar meraklı bir millet olduklarından samimi alâka gösteriyorlar. Türkiye’nin tanıtımı noktasından bu da bizi memnun ediyor. Hususiyetle inşaat sırasında iç iskele indikten sonra, başta Kajima çalışanları olmak üzere "böyle bir mekân beklemiyorduk" itirafında bulundular. Cami içine giren Japonların, iç mekânın tesiri karşısında ağız birliği etmişçesine, şaşkınlık ifade eden, "muhteşem" manasına gelen ve klasik bir Japon tepkisi olan "subaraşiii" diye uzatmalarını unutamam.