SOLUKSUZ NEFES

   Kendi uslûbuyla,
Necib Fâzıl’ın aziz ruhuna…

    

Akıp gidiyor zaman, gerçeğin hülyâsında

Zaman kündeleniyor, hakîkat rü’yâsında

 

Nasıl ölçülür bilmem, mezara olan parmak

Doğduktan sonra hayât, ölüme kalmış ramak

 

Hakîkat ışığında, benim gönlüm uykuda

Bu zifîri karanlık, hangi dipsiz kuyuda

 

Dibsiz ummanda garîb, seyreden bir tekneyim

Yolsuz bir yolda susuz, hakîkate teşneyim

 

Bu ben miyim Ya Rabbi! Aynadaki sûretim

Ateşten yandı beynim, hani nerde sîretim

 

Doğduğu günde yolcu, insan ölüme doğru

Ân mı, yoksa zaman mı, ömrümden çalan uğru

 

Bugünde geçti artık, güneş karanlığında

Ümîdim tek yarında, gece aydınlığında

 

Çırpınıp durur musun, ruhumun ten kafesi

Duysan ense kökünde, o soluksuz nefesi

 

Mezarın havuzunda, ölüm hayâta savak

Ötenin ötesinde, gerçeğe tek basamak

 

Şâh-ı Rasûl buyurdu, hakikat büklüm büklüm

“Sana kâfi Yâ Ömer, büyük nasihat ölüm”

 

“Ölmeden öl” sırrını, öğretip gitti rehber

Tâ ezelden dinledim, yabancı değil haber

 

Hangi kuytu köşede, hangi sonsuz mecrâda

Teselli kaldı yalnız, bilinen mâverâda

 

Çekememekten gelir, o hakîkî ızdırâbı

Bu derinden de derin, ızdırâbın azâbı

 

İfadesiz kelime… ızdırâb kıvılcımı

Çekerek ızdırâbı, unutsam bu acımı

 

Anlamak mümkün değil, yokluğun varlığını

Hangi terâzi çeker, yokluk ağırlığını

 

Yırtıldı tefekkürden, beynim! kavruldu kafam

Izdırâbdan tek gâye, Hakk’a rucû’ tek tasam

 

Ana rahmi içinde, şu hayâta basamak

Îdrâkîn ötesinde, ölmek için yaşamak

 

                       Vefâtı akabinde

                         Beşiktaş, 29 Mayıs 1983