Akıp gidiyor zaman, gerçeğin hülyâsında
Zaman kündeleniyor, hakîkat rü’yâsında
Nasıl ölçülür bilmem, mezara olan parmak
Doğduktan sonra hayât, ölüme kalmış ramak
Hakîkat ışığında, benim gönlüm uykuda
Bu zifîri karanlık, hangi dipsiz kuyuda
Dibsiz ummanda garîb, seyreden bir tekneyim
Yolsuz bir yolda susuz, hakîkate teşneyim
Bu ben miyim Ya Rabbi! Aynadaki sûretim
Ateşten yandı beynim, hani nerde sîretim
Doğduğu günde yolcu, insan ölüme doğru
Ân mı, yoksa zaman mı, ömrümden çalan uğru
Bugünde geçti artık, güneş karanlığında
Ümîdim tek yarında, gece aydınlığında
Çırpınıp durur musun, ruhumun ten kafesi
Duysan ense kökünde, o soluksuz nefesi
Mezarın havuzunda, ölüm hayâta savak
Ötenin ötesinde, gerçeğe tek basamak
Şâh-ı Rasûl buyurdu, hakikat büklüm büklüm
“Sana kâfi Yâ Ömer, büyük nasihat ölüm”
“Ölmeden öl” sırrını, öğretip gitti rehber
Tâ ezelden dinledim, yabancı değil haber
Hangi kuytu köşede, hangi sonsuz mecrâda
Teselli kaldı yalnız, bilinen mâverâda
Çekememekten gelir, o hakîkî ızdırâbı
Bu derinden de derin, ızdırâbın azâbı
İfadesiz kelime… ızdırâb kıvılcımı
Çekerek ızdırâbı, unutsam bu acımı
Anlamak mümkün değil, yokluğun varlığını
Hangi terâzi çeker, yokluk ağırlığını
Yırtıldı tefekkürden, beynim! kavruldu kafam
Izdırâbdan tek gâye, Hakk’a rucû’ tek tasam
Ana rahmi içinde, şu hayâta basamak
Îdrâkîn ötesinde, ölmek için yaşamak
Vefâtı akabinde
Beşiktaş, 29 Mayıs 1983