Felsefemiz, Mimari Yaklaşımımız

Hassa FelsefemizHassa Mimarlık olarak, yeni ve doğru bir mimarî ortaya koyabilmek için önce sahibi ve varisi olduğumuz kültür-sanat mirasının değerini fark edip, geleneğin ne olup ne olmadığını doğru şekilde kavrayıp öğrenmek gerektiğine inanıyoruz. Türkiye’nin mimarî meselesi müstakil bir konu olmayıp kültür, sanat, edebiyat ve musiki gibi medeniyet zincirinin halkalarından bir tanesidir. Bu anlamda doğru mimarlık, ancak derinlemesine bir felsefî kimlik ve vizyonla ortaya konulabilir. Bu vizyon ise köklere derin bir bakış olmadan mümkün değildir.

Vârisi olduğumuz kültür mirasını ve tarihi birikimi yozlaşmaya düşmeden, taklide yeltenmeden, gelenek zinciri içinde yeni yorumlarla günümüz şartlarında yeniden, ama doğru olarak üretmemiz gerektiğine inanmaktayız. Bunun için her şeyden önce, “medeniyet mensubiyeti ve aidiyeti” önem arz etmektedir. Tarihî eserlerin korunması, kültürün yeniden üretilebilmesi, ortak şuuru oluşturan değerleri koruyarak kültürün muhafazası noktasında fevkalâde önemlidir.

İnsan kültürel bir varlıktır; kültürsüz insan yoktur. Kültür varlığı değişir ama, o kültür mirasının insana ve mensup olduğu millete kazandırdığı şahsiyet değişmez. İnsanın değişen kültür dünyası karşısındaki doğru tavrını şekillendiren, şahsiyetini koruma mücadelesindeki en büyük dayanağı, asırlardan süzülüp gelen kültür mirasıdır. Geçmiş geçmemiştir.

Hassa olarak “modern yapı, modern cami” tabirlerini kasten tercih etmemekteyiz. Çünkü modernite günümüzdeki anlamı ve mahiyetiyle materyalist batı medeniyetinin eşyaya bakışının, âlem idrakinin, eşyaya çarpık ontolojik ve entelektüel yaklaşımının adıdır. Herkesin “modernitesi” taklit değil kendi değerlerinden hareketle, “kendine göre” olmalıdır. Klasik, sivil ve dini mimarimizi doğru yorum ve anlayışlarla üslûplaştırıp, stilize edebilirsek, şahsiyetimizi kaybetmeden yeni bir telifle sadeleştirilmiş sanatın en güzel örneklerini verebiliriz iddiasındayız.

Yeni projelerde; içte ve dışta aynen okunabilen net mekânlarla, üretim ve tüketimde insanî boyutu gözden kaçırmayan, az malzeme ile sade, fakat sadelik içinde ihtişamı olan mekanlarda güler yüzlü bir teknoloji ile, mimarimizin özü olan "sadelik ve basit, hem zordur, hem de çok kolaydır" mesajını vermeye çalışmaktayız.

Gelenekle modernite arasında estetik müştereklik ve temas noktaları olabilir, ancak geleneğin doğru yorumu hiçbir zaman “modern veya çağdaş” gibi bir yaftalamayı hak etmez. Bu yaklaşım ve söylem, mensub olduğu medeniyet dairesine, kendi değerlerine arızalı ve oryantalist bir bakıştır.

Gelenek, evrensel olanla mahalli olanın buluşarak birbirini besleyip yeniden ürettiği anlam alanıdır. Gelenek olarak ortaya çıkan formlar, evrensel değerlerin taşıyıcısıdır. Bugün yaşadığımız kültürel yozlaşma ve sığlaşma, değerlerimizdeki aşınma ve çözülmenin bir sonucudur.

Koruma ve gelenek, asırların tecrübesini gelecek için muhafaza demektir. Mimari miras ve sanat eserleri, ait olduğu milletin derunundaki  asalet ölçüsü olarak, asırların birikiminin görünür hale gelmesidir. Medeniyet; seçmesini, doğru üretmesini, saklamasını, değerlendirmesini ve yeniden üretmesini ve kullanmasını bilen asaletin eseridir. Eskiye, yani tarihte üretilmişe bakmasını bilmeyen yenisini de üretemez.

Geleneği dikkate almadan, asırların süzgecinden geçmiş ana ekseni ve fikri arka planı gözetmeden, ne geleneğin özündeki diyalektik dinamizmin farkına varılabilir ne de yeni “malzeme biçim ilişkisi” ile farklı ve yeni üretimler yapılabilir. Doğru değişim ve farklı yorumların, savrulmadan ancak bu yolla mümkün olabileceğini düşünmekteyiz.

Bir bina inşa ederken önce sağlam zemine inip bir temel atıyoruz. Biz kendi değerlerimizden şüpheye düştüğümüz tarihten itibaren sağlam zeminimizi kaybettik. Bugün modern sanat dediğimiz ve kutsadığımız “sanat, üslup veya yol” batının geleneksel sanatının devamı olup, onun üstüne inşa edilmiştir. Bu husus doğru anlaşılıp değerlendirilmezse asıl “taklit” buradadır.

Sahibi olduğumuz medeniyet mirasının değerini fark edip devamı için yeni ve doğru sentezler aramak şarttır. Mimari, bir cemiyetin aynası ve şeklî lisanıdır. Bir cemiyette ne zaman insani ve fıtri değerler  yücelirse veya karışıklık ve değerlerin tarifsizliği –kaos- yaşanmaya başlarsa, önce mimaride en son da musıkide bunun tezâhürü görülür. Kendi kendini tekrar eden ve  yenilemeyen bir kültür, yozlaşmaya ve nihayet yok olmaya mahkûmdur.

Modern dünyanın olumladığı ne kadar husus varsa, bunların çok daha fazlası bizim kendi kültürümüzde mevcut; mesele bunu keşfedip ortaya çıkarmak. 250 yıldır kendi zihniyet dünyamızdan uzaklaşıp Avrupa merkezli bir dünya görüşüne tutunmaya çalıştığımızdan, maalesef kendi sahip olduğumuz değerlerin farkında değiliz.

Bugün dünyanın ürettiği kültür ve sanat birikiminden gerçek manada haberdar, batılı referansları bildiği halde onlardan değil, kendi kaynaklarından hareketle, geleneği bu minval ve eksende dönüştüren bir gayret ve düşünce sistemine ihtiyacımız olduğuna inanmaktayız.